Sûr Hadisi

Ebû Hureyre (ra) der ki: “Resûlullah (sav) ashabından bir grubun içinde iken şöyle buyurdu: ‘Muhakkak ki Allah gökleri ve yeri yarattığı zaman Sûr’u da yarattı ve onu İsrafil’e verdi. O da ağzını Sûr’a dayamış, gözünü Arş’a dikmiş, ne zaman kendisine emir verileceğini gözetlemektedir.’ Ebu Hûreyre (ra) dedi ki: “Dedim ki ‘Ey Allah Rasulu? Sûr da nedir?’” O da “Boynuz [bir boru]dur” dedi. Ben de: “Nasıl bir şeydir?” dedim. O da: “ Kocamandır. Canımı elinde tutana yemin ederim ki, o borunun ağzının genişliği gökler ve yer kadardır. Muhakkak ki Allah İsrafil’e üç kere üflemesini emredecektir. İlki korkutma üflemesidir, ikincisi öldürme üflemesidir, üçüncüsü ise alemlerin Rabbin’e kıyama durduracak olan üflemedir. Allah İsrafil’e emredecek ve şöyle diyecek: “Korkutma üflemesini çal!” Böylece Allah’ın diledikleri hariç göklerin halkı ve yerin halkı dehşete düşecek. Ardından ona emredecek, İsrafil de ara vermeden üflemeyi devam ettirecek ve uzatacak. İşte bu Allah azze ve celle’nin “Bunlar da ancak asla geri kalmayacak korkunç bir ses bekliyolar.” (Sâd, 38/15) dediği olaydır. Ardından Allah dağları bulutların süzülmesi gibi yürütecek daha sonra da dağlar serap haline gelecek. Sonra yer üzerindekilerini bir sarsış ile sarsacak. Bu ise Allah azze ve celle’nin “Büyük bir sarsıntının olacağı o günde o sarsıntıyı, peşinden gelen başka bir sarsıntı izleyecektir. Yürekler vardır ki, o gün kaygıdan hoplar.” (Nâziât, 79/6-8) dediği sözüdür. Öyle ki yeryüzü, dalgaların dövdüğü ve içindekilerini sarsan denizdeki bir gemi gibidir. Veya ruhların salladığı, Arş’a asılı bir kandil gibidir. Yeryüzü sırtındakileri sağa sola sallar. Kadınlar emzirdikleri çocukları unutur, hamileler düşük yapar, çocuklar yaşlanır, şeytanlar kaçmak için göklerin ucu bucağına uçuşur fakat melekler onları yakalar ve yüzlerine vurarak onları geri döndürürler ve insanlar birbirlerine bağrışarak sırt dönüp kaçarlar. İşte bu da Allah azze ve celle’nin “Çağrışma gününde. O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız. Fakat sizi Allah’tan koruyacak olan yoktur. Her kimi Allah şaşırtırsa, artık ona bir yol gösterici bulunmaz.” (Mü’min, 40/32-33) sözüdür. İnsanlar bu hal üzere iken yer bir ucundan diğer uca yarılır ve insanlar çok büyük bir olaya şahit olurlar. Bundan dolayı onları Allah bilebileceği bir sıkıntı ve kuşku alır. Sonra gök erimiş bir maden gibi olur. Ardından bir ucundan diğer uca çatlar. Sonra güneşi ve ayı tutulur, yıldızları saçılır. Daha sonra gökler onlardan sıyrılıp açılır.” Rasûlullah (sav) şöyle devam etti: “Ölüler ise bunların hiçbirinden haberdar olmaz.”
Ebû Hureyre (ra) dedi ki: “Dedim ki “Ey Allah Rasûlu! Allah’ın “Allah’ın diledikleri müstesna göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır” (Neml, 27/87) sözündeki istisna ettikleri kimlerdir?” diye sordum.” O da: “Onlar şehitlerdir. Onlar Rableri huzurunda diri bir şekilde olacaklar. Bu dehşet her diri kimseye ulaşacak ama Allah onları koruyacak ve o günün dehşetinden onları güvende kılacaktır. Bu dehşet, Allah’ın yarattıklarının en şerlilerine göndereceği azabıdır. İşte bu, Allah’ın “ Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirmekte olduğu çocuğundan geçer ve her hamile kadın da karnındaki çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş görürsün; hâlbuki onlar sarhoş değillerdir. Ne var ki Allah’ın azabı çok şiddetlidir” (Hacc, 22/1-2)sözüdür.” Dedi ki “Bu bela altında Allah’ın dilediği kadar kalacaklar, ne var ki bu süre epey uzun olacak. Sonra Allah İsrafil’e öldürme üflemesini çalmasını emredecek ve göklerin halkı ve yeryüzü halkından Allah’ın diledikleri hariç herkes ölecek. Onlar sönüp gitmiş, yok olmuş bir halde iken ölüm meleği Cebbar’ın huzuruna gelecek ve şöyle diyecek: “Ey Rabbim! Senin dilediğin hariç göklerin halkı ve yerin halkı ölüp gitti.” Allah – ki en iyi bilendir- da ona : “Geriye kim kaldı” diyecek. O da: “Sen ölümsüz olan Hayy’sın. Arş’ı taşıyan melekler, Cebrail, Mikail ve ben kaldım” diyecek.

Allah da: “Cebrail ve Mikail ölsün!” diyecek.” Dedi ki: “Bunun üzerine Arş dile gelecek ve “Ey Rabbim! Cebrail’i ve Mikail’i de mi öldüreceksin?” diyecek.” Allah da ona: “Sus! Çünkü ben Arş’ımın altındaki herkese ölümü yazdım” diyecek. Böylece o ikisi de ölecek. Ardından ölüm meleği Cebbar’ın huzuruna gelip şöyle diyecek: “Ey Rabbim! Muhakkak ki Cebrail ve Mikail de öldüler.” Allah – ki en iyi bilendir- da ona: “Geriye kim kaldı” diyecek. O da: “Sen kaldın ki ölümsüz Hayy olansın. Sonrada Arş’ı taşıyan melekler ve ben kaldım” diyecek. Allah da: “Arş’ımı taşıyan melekler de ölsün!” diyecek ve onlar da ölecek. Ardından Allah –ki en iyi bilendir- ona: “Geriye kim kaldı” diyecek. O da: “Ölümsüz Hayy olan sen kaldın ve ben kaldım” diyecek. Allah da ona: “Sen ki yarattıklarımdan bir yaratılmışsın. Seni bu yaptıklarını yapman için yaratmıştım, şimdi sen de öl” diyecek ve o da hemen ölüverecek.”
“Geriye sadece Vahid, Kahhar, doğmamış ve çocuk sahibi olmayan Samed olan Allah kaldığında –ki nasıl ilk olansa son olan da odur- şöyle der: “Sonsuzluk ölüm olmadan cennet halkınadır ve ölüm olmadan ateş halkınadır.” Dedi ki: “Sonra Allah şöyle der: “Bugün Mülk(hükümranlık) kimindir?”, “Bugün Mülk(hükümranlık) kimindir?” lakin cevaplayacak kimse kalmamıştır. Sonra kendi kendine: “Vahid ve Kahhar olan Allah’ındır” der. Daha sonra Allah gökleri ve yeri kitabın dürülmesi gibi dürer. Sonra Allah göğü ve yeri başka bir yer ile değiştirir sonra da o ikisini düzenler sonra o ikisini tutar ve “Ben Cebbar’ım!” der. Sonra göğü ve yeri başka bir yer ile değiştirir sonra o ikisini düzenler sonra da o ikisini tutar ve üç kere: “Ben Cebbar’ım! Hadi bakalım, kim benim ortağımsa ortaya çıksın. Hadi bakalım, kim benim ortağımsa ortaya çıksın” der fakat kimse ortaya çıkmaz. Ardından onları yayar, düzleştirir ve uzatır ki aynı Ukaz pazarındaki derinin uzatılması gibi hiçbir yamukluk gözükmez, dümdüz olur. Sonra Allah yarattıklarını tek bir ses ile yığar. Onlar önceki halleri gibi -yeryüzünün altında bulunanlar altında, üstünde bulunanlar da üstünde- olacak şekilde içinde bulundukları hal üzere iken Allah Arş’ın altından onlara bir su indirir ve gök onların üzerine kırk gün boyunca yağdırır. Onlar da deve dikeninin bitkisinin ve otların bitmesi gibi vücutları eskiden olduğu gibi olup tamamlanana kadar yerden bitmeye devam ederler. Allah da: “Arş’ı taşıyan melekler dirilsin!” der, onlar da dirilirler. Sonra “Cebrail ve Mikail dirilsin!” der ve onlar da diriliverir.
Sonra Allah İsrafil’e emreder ve ona der ki: “Diriliş üflemesini çal.” O da diriliş üflemesini çalar ve ardından ruhlar gök ve yer arasını doldurmuş arılar misali yerlerinden çıkarlar. Cebbar da: “İzzetime ve celalime yemin olsun ki her ruh bedenine mutlaka dönecektir.” Böylece ruhlar da yeryüzündeki cesetlerine geri dönerler. Sonra ruhlar, sokulan yerden zehrin içeri yayılması gibi genizlere yayılır. Sonra yeryüzü onların üzerinden yarılıp açılır -ki yerin kendisi üzerinden yarılacağı ilk kimse de benimdir- onlar da süratli bir şekilde yerlerinden çıkıp Rablerine akın ederler. O gün herkes otuz yaşındadır ve dilleri Süryanicedir. Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler, “Bu zor bir gün” derler. (Kamer, 54/8) İşte kabirlerden kalkış günü bugündür. Tek bir yerde yetmiş yıl boyunca yalın ayak, çıplak, perdesiz ve sünnetsiz bir şekilde bekletilirler. O zaman sizlere ne bakılır ne de aranızda hüküm verilir. Mahlûkat ağlamaya başlar öyle ki gözyaşları biter ve kan ağlarlar. Öyle terlerler ki terleri çenelerine kadar varır ve onları dizginleyip engel olur. Sonra bağırarak derler ki: “Aramızda hüküm vermesi için kim Rabbimize şefaatçi olacak?” “Bu işe ilk atanız Âdem’den daha layık kim olabilir ki? Allah onu kendi eli ile yarattı, ona ruhundan üfledi ve karşılıklı olarak onunla konuştu” derler. Âdem’e gelirler ve ondan bu işi yapmasını isterler ama o geri durur. Böylece tüm peygamberleri tek tek dolaşırlar. Başvurdukları her peygamber bu işten geri durur. Ardından Resûlullah (sav.) dedi ki: “Ta ki bana gelirler. Bana başvurduklarında Fahs’a gelene kadar devam ederim ve arşın önünde secdeye kapanırım.

Rabbim de bana bir melek gönderir, o da beni pazımdan tutar ve kaldırır.” Ebu Hûreyre (ra.) dedi ki: “ Bende dedim ki ‘Ey Allah Resûlu, Fahs da nedir?’” O (sav.) da: “Arşın önüdür” dedi. Sonra devam etti: “ Allah en iyi bilen olduğu halde der ki: “Ey Muhammed! Derdin nedir?” Ben de: “Ey Rabbim! Bana şefaati vadettin. Mahlûkatın için şefaatimi kabul edesin ve aralarında hüküm veresin” derim. Allah da: “Ben kendim onlara varacağım ve aralarında hüküm vereceğim” der.” Rasulullah (sav.) şöyle devam etti: “Ben de geri dönüp geleceğim ve insanlarla beraber bekleyeceğim. Biz bu şekilde beklerken birden gökyüzünden bir şiddetli bir ses duyup korkuya kapılacağız. Ardından yeryüzündeki cinlerin ve insanların iki katı kadar gök ehli dünyaya inecek. Yeryüzüne yaklaştıkları zaman ise nurlarından dolayı yeryüzü aydınlanır. Ardından saf düzenlerini alırlar. Mahlûkat onlara der ki: “İçinizde Rabbimiz var mıdır?” Gelen gök ehli ise: “Hayır, O gelecektir” diye cevaplarlar. Sonra hem yeryüzündeki cinlerin ve insanların iki katı kadar hem de inen meleklerin iki katı kadar ikinci göğün ehli dünyaya iner. Yeryüzüne yaklaştıklarında ise nurlarından dolayı yeryüzü parlar. Ardından onlar da saflarını alırlar. Biz de onlara deriz ki: “İçinizde Rabbimiz var mıdır? Onlar: “Hayır. O gelecektir” derler. Sonra hem yeryüzündeki cinlerin ve insanların iki katı kadar hem de inen meleklerin iki katı kadar üçüncü göğün ehli dünyaya iner. Yeryüzüne yaklaştıklarında ise nurlarından dolayı yeryüzü parlar. Ardından onlar da saflarını alırlar. Biz de onlara deriz ki: “İçinizde Rabbimiz var mıdır? Onlar: “Hayır. O gelecektir” derler. Sonra tüm göklerin ehilleri aynı oranda artarak teker teker dünyaya inerler ta ki Cebbar buluttan gölgeler içerisinde arşını taşıyan sekiz taşıyıcıyla ve meleklerle iner. O gün sekiz melekten dördünün ayakları yeryüzünün alt katmanının üzerinde, yerler ve gökler belleri üzerinde ve arş da boyunları üzerindedir. Onların tesbihten bir sözleri vardır. Tesbihleri de şudur: “Mülk ve saltanat sahibi her türlü noksanlıktan yücedir. Azamet sahibi arşın Rabbi her türlü noksanlıktan yücedir. Ruhun ve meleklerin Rabbi her türlü noksanlıktan yücedir. Muhaddestir, mukaddestir. Yüce Rabbimiz her türlü noksanlıktan münezzehtir. Saltanatın, celaletin, ululuğun, hükümdarlığın ve azametin Rabbi her türlü noksanlıktan yücedir. Sonsuz olan ter türlü noksanlıktan yücedir. Ölümsüz diri olan her türlü noksanlıktan yücedir. Mahlûkatın öldüğü kendisinin ölmediği her türlü noksanlıktan yücedir.”
Sonra Allah arşını yeryüzünün dilediği yerine koyar ve şöyle der: “İzzetime ve celalime yemin olsun ki bugün hiç kimse işlediği bir zulüm benim yanımda bulunamaz.” Sonra her mahlûkata işittirecek şekilde nida ederek şöyle der: “ Ben yarattığımdan beri sizlere dikkat kesildim; amellerinizi gözledim, sözlerinizi işittim öyleyse şimdi de siz bana dikkat kesilin! Zira bunlar size okunan sahifeleriniz ve amellerinizdir. Kim ki bugün kendine okunanları hayırlı bulursa Allah’a hamd etsin. Kimde bundan başka bir şey [kötülük] bulursa kendisinden başka birini suçlamasın.” Daha sonra Allah cehenneme emreder ve kararmış parıltılı bir grup ondan çıkar. Allah şöyle der: “ Ey suçlular! Ayrılın bu gün! Ey âdemoğulları! Ben size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi? Andolsun, o sizden pek çok nesli saptırmıştı. Hiç düşünmüyor muydunuz?” (Yasin, 36/59-62) “ Sonra şöyle devam etti: “Ardından Allah cin ve insan grubu hariç mahlûkat arasında hüküm verir ve onlarda kendileri arasında kısas alırlar. Öyle ki boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan kısasını alır. Birinden kısas alacak hiç kimse kalmayınca Allah onlara der ki: “Toprak olunuz.” İşte o zaman kâfir kişi der ki “ Keşke toprak olaydım!” (Nebe, 78/40) Daha sonra Allah cin ve insan grupları arasında hüküm verir. Aralarında ilk hüküm verilecek olan konu kan davalarıdır.

Dünyada iken Allah’ın emri ve hükmü gereğince karşı tarafı öldürenler getirilir, öldürülenler de hepsi başlarını taşır bir vaziyette damarlarından kan akarak getirilirler ve her biri der ki: “Ey Rabbimiz! İşte beni öldüren budur” Allah da en iyi bilen olduğu halde öldürene: “Bunu neden öldürdün?” der. Öldüren de: “İzzet senin olsun diye öldürdüm onu” der. Allah da ona: “Doğru söyledin.” der. Bundan dolayı Allah öldürenin yüzünü güneşin nuru gibi aydınlatır ve melekler onu cennete götürür. Ardından dünyada iken Allah’ın emrinin ve itaatinin dışında böbürlenmek için öldürenler getirilirler, onların öldürdükleri de hepsi başlarını taşır bir vaziyette damarlarından kan akarak getirilirler. Her biri der ki: “Ey Rabbimiz! Bizi bunlar öldürdü.” Allah da en iyi bilen olmasına rağmen öldürene: “Bunu neden öldürdün?” diye sorar. O da: “İzzet senin olsun diye öldürdüm onu.” der. Allah da ona: “Helak oldun, helak oldun.” der. Bundan dolayı Allah onun yüzünü siyahlaştırır ve gözlerini mavileştirir. Ardından haksız yere birini öldüren hiçbir kimse kalmaz ki mutlaka bundan dolayı öldürülmesin. Daha sonra Allah mahlûkattan kalanların arasında hüküm verir. Öyle ki Allah sütü su ile karıştırıp satan kimseden kattığı suyu sütten ayırması bile muhakkak ister. Birbirinden davalı olan kalmadığı zaman da bir çağırıcı nida eder ve tüm mahlûkata bunu işittirerek der ki: “Dikkat edin! Her kavim kendi ilahlarına ve Allah’tan başka taptıklarına varsın. Allah’tan başkasına tapan hiçbir kimse kalmaz ki mutlaka önüne taptığı ilahın bir benzeri getirilir. O gün meleklerden bir melekte Üzeyr’e (as) benzetilir ve Yahudiler de onun ardından giderler. Meleklerden başka biri de İsa’ya (as) benzetilir ve Hristiyanlar da onun peşinden giderler. Daha sonra hepsinin ilahları onları ateşe götürür. Bu Allah’ın şu sözüdür: “Eğer onlar ilah olsalardı oraya (cehenneme) varmazlardı.” (Enbiya, 21/99)” Sonra şöyle devam etti: “Daha sonra Allah teâlâ dilediği bir surette geriye kalanlara gelir ve: “Ey insanlar! Diğerleri gitti, siz de kendi ilahlarınıza ve Allah’tan başka taptıklarınıza varsanıza!” der. Onlar da derler ki: “Allah’a andolsun ki bizim Allah’tan başka ilahımız yoktur ve ondan başkasına da ibadet etmedik.” Ardından onlardan uzaklaşır hâlbuki o, yanlarında bulunan Allah’tır. Sonra şöyle devam etti: “Daha sonra Allah teâlâ dilediği bir surette geriye kalanlara gelir ve: “Ey insanlar! Diğerleri gitti, siz de kendi ilahlarınıza ve Allah’tan başka taptıklarınıza varsanıza!” der. Onlar da derler ki: “Allah’a andolsun ki bizim Allah’tan başka ilahımız yoktur ve ondan başkasına da ibadet etmedik.” Ardından onlardan uzaklaşır hâlbuki o, yanlarında bulunan Allah’tır. Sonra şöyle devam etti: “Daha sonra Allah teâlâ dilediği bir surette geriye kalanlara gelir ve: “Ey insanlar! Diğerleri gitti, siz de kendi ilahlarınıza ve Allah’tan başka taptıklarınıza varsanıza!” der. Onlar da derler ki: “Biz ondan başkasına ibadet etmeyiz.” Allah da: “Ben Rabbinizim. Sizin ile Rabbiniz aranızda bir işaret var mıdır ki onunla Rabbinizi tanıyabilesiniz?” Ardından baldır açılır ve kendisi ile Rablerini tanıyabilecekleri Allah’ın azametinden bir parça onlara tecelli eder. Onlar da hemen secdeye kapanırlar. Bu sırada Allah münafıkların sırtlarını sığırların boynuzu gibi [kaskatı ve dimdik] yapar, onlar da enselere üzere yere kapaklanırlar. Sonra Allah onların secdeden kalmalarına izin verir. Cehennemin iki ucuna kılın inceliği veya kılıcın keskinliği gibi olan sırat kurulur. O sıratın çalıları, keskin tırnakları ve sa’den bitkisi gibi dikenleri vardır. Geri kalanı ise kaygan zeminli köprüdür. İnsanlar oradan kimisi göz açıp kapar gibi, kimisi şimşek çakması gibi, kimisi rüzgâr esmesi gibi, kimisi kaliteli atlar gibi, kimisi kaliteli develer gibi, kimisi koşan adamlar gibi geçerler. Kimisi sağ salim geçer kimisi de yara bere içinde suratı parçalanmış şekilde. Allah’ın mahlûkatından bir kısım ise cehenneme düşer ve amelleri onları orada alıkoyar. Ateş bazısının sadece ayaklarına kadar, bazısının ise baldırlarının yarısına kadar, bazısının da beline kadar ulaşır.

Bazısının da Allah’ın ateşe haram kıldığı suretleri dışında tüm vücudunu kaplar.
Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme gönderilince derler ki: “Cennete koyması için kim bizim hakkımızda Allah’a şefaatçi olur?” Derler ki: “Buna atanız Âdem’den (as) daha hak sahibi kimdir? Allah onu kendi eli ile yaratmış, ona ruhundan üflemiş ve karşılıklı olarak onunla konuşmuştur.” Böylece Âdem’e (as)gelirler ve ondan şefaatçi olmasını isterler. Âdem (as) bundan kaçınır ve: “Siz Nuh’a gidin. Zira kendisi Allah’ın ilk resûludur.” Nuh’a (as) gelirler ve kendisinden bunu isterler. O da işlediği bir suçu söyler ve: “Ben bu dediğiniz işin ehli değilim velakin sizler İbrahim’e (as) gidin. Zira Allah onu dost edinmiştir.” İbrahim’e (as) gelirler ve ondan bu işi isterler. O da: “Ben bu dediğiniz işin ehli değilim velakin siz Musa’ya (as) gidin. Zira Allah onunla gizlice konuşmak için kendisine yaklaştırdı ve ona Tevrat’ı indirdi.” Musa’ya (as) gelinir ve ondan bu iş istenir. O da: “Ben bu dediğiniz işin ehli değilim velakin siz Allah’ın ruhu ve kelimesi olan Meryem oğlu İsa’ya (as) gidin.” İsa’ya (as) gelinir ve kendisinden bu iş istenir. O da: “Ben bu dediğiniz işin ehli değilim velakin size yol göstereceğim. Siz Muhammed’e (sav) gidin.” Resûlullah (sav) şöyle devam etti: “Böylece bana gelirler ve benim Rabbimin katında bana vadettiği üç şefaat hakkı vardır. Ben de cennete gelirim ve kapının halkasından tutup açılmasını isterim. Kapı bana has olacak bir açılışla açılır ve selamlanıp karşılanırım sonra cennete girerim. Cennete girdiğim zaman arşında olan Rabbime bakarım ve secdeye kapanırım. Allah’ın dilediği kadar secdede kalırım. Allah bana daha önce hiçbir yaratılmışa izin vermediği hamdinden ve övgülerinden bir kısmı ile dua etmeme izin verir. Daha sonra bana: “Ey Muhammed! Kafanı kaldır, şefaat iste şefaat edilsin , iste verilsin.” der. Ben de derim ki: “Ey Rabbim! Ümmetimden ateşe düşenleri [isterim].” Allah da: “Cehenneme gidin ve kimi tanırsanız onu ateşten çıkarın.” der. Bu kimseler çıkartılırlar ve bu gruptan kimse geriye kalmaz. Sonra Allah teâlâ: “Gidin ve kalbinde dinar ağırlığı kadar iman bulunanları ateşten çıkarın.” der. Sonra “Dinarın üçte ikisi ağırlığı kadar” der, sonra “Dinarın yarısı ağırlığı kadar” der, sonra “Bir kırat ağırlık kadar” der, sonra “Gidin ve kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman olanları çıkarın” der. Böylece onlar da çıkarılır ve cennete girerler. Resûlullah (sav) şöyle devam etti: “Muhammed’in canını elinde tutana yemin ederim ki sizler dünyadaki evlerinizi ve eşlerinizi cennet ehlinin cennete girdiklerinde oradaki evlerini ve eşlerini tanımasından daha iyi tanımazsınız.”
Resûlullah (sav) şöyle devam etti: “Onlar cehennemden çıkarlar ve Allah [genel] şefaat için izin verir. Şefaat etmedik ne bir peygamber ne bir şehit ne de bir mü’min kalır. Ancak sürekli lanet eden kimse hariç, o ne şehit olarak yazılır ne de şefaat için ona izin verilir. Sonra Allah: ‘Ben rahmet edenlerin en merhametli olanıyım’ der ve sayısını sadece kendinin bilebileceği büyük bir grubu cehennemden çıkarır. Ardından onları Hayevan (Canlılık) denilen bir nehre bırakır. Onlar da orada selin getirdiğin yığınlar içinde biten bir tohum gibi süratle biterek [cehennemde kor olmuş bedenleri tekrar eski haline döner]. O tohum ki güneş gören tarafı yeşerir, gölgede kalan tarafı ise sararır.” Ebu Hureyre (ra): “Arap kabileleri Resûlullah’ın (sav) bitkiyi böyle iyi tarif ettiğini dinlediklerinde ‘Ey Allah’ın Resûlu! Sen sanki kırsal alanlarda bulunmuş gibisin’ dediler. Resûlullah (sav) devam etti: “Sonra çürümüş bedenleri zerre tanecikler gibi filizlenir, boyunlarından Rahman’ın salıverdiği cehennemlikler yazılıdır. Cennet ahalisi onları bu yazıdan tanırlar. Allah’ın dilediği bir süre boyunca bu şekilde olurlar ve sonra ‘Ey Rabbimiz! Bu yazıyı bizim boyunlarımızdan sil’ derler. Allah da bunu onlardan siler.

[Taberi Tefsirinde, 17/110, 24/30, 30/26; Beyhaki “El-Ba’su ve’n-Nuşur”da, 609. İsnadı zayıftır.]

Paylaş
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör.
0
Değerli yorumlarınızı esirgemeyin, buyrun!x